The unique island of the Mediterranean Sea: Crete

This slideshow requires JavaScript.

(The English version of this article will follow shortly)

Akdeniz’in nevi şahsına münhasır medeniyeti: Girit

Girit’le ilgili bir kitapta okumuştuk; “Adaya bir kez gittiğinizde, mutlaka ikinci kez gitmek için bahaneler arayacaksınız.” diye. Bizim de bu gelişimiz aynen öyle oldu. Bir önceki ziyaretimizde o kadar güzel dinlenmiş, insanlarını çok sevmiş, havasına, denizine ve yemeklerine bayılmıştık ki bu sene yazlıktaki evimize gelircesine aynı bölgelerde hatta aynı yerlerde kalmak üzere yer ayırttık. Uçak biletlerimizi ta üç ay evvelden aldık. Ve tatil için, Girit’i tekrar solumak için, ‘siga siga’ geri saymaya başladık.

Uçağımızın pistle çok sert bir şekilde buluştuğu Hanya’da bir gece konakladıktan sonra güneye, Paleohora’ya indik ve her şeyi elimizle koyduğumuz gibi bulduk. Bu tanıdıklık hissi, bize uçaktan iner inmez bölgenin bitki örtüsü olan makiyle burnumuza buram buram ilişmişti zaten. Akdeniz’deydik yani evimizdeydik. Hanya’dan bir buçuk saatlik bir otobüs yolculuğuyla Paleohora’ya vardık.

Güneyin hırçın rüzgârı karşıladı bizi. Dalgaları coşturuyor, bulutların yerlerini değiştiriyordu. Kumlara ayaklarımızı basıp akşam yiyeceğimiz çıtır balıkları, kabak çiçeği dolmalarını, iri iri kesilmiş domatesleri ve buz gibi uzoları düşünüyorduk. Kafamızı boşaltmanın en güzel yolu anda olmaktı. Var oluşu kabullenmekti. Dalgalarla oynamaktı. Kekik kokusunu içimize çekip, Lefka Ori‘ye (Λευκά Όρη) yani Beyaz Dağlar’a bakmaktı.

İlk iki gün, sadece yeni ve sıcak yerimize alışmaya çalışarak, kafamızı boşaltmaya ve kum-güneş-deniz üçlüsünü benimsemeye başlayarak geçti. Bir senenin verdiği yorgunluğu üzerimizden ancak kırksekiz saat sonra atabildik.


Paleohora (Παλαιόχωρα)

Bugün deniz çok dalgalı, rüzgâr sert, bulutlar geçişte; geçerken yağmur bırakan cinsten. Kitap okuyalım dedik, pek okumadık. Şezlongda oturalım dedik, pek oturmadık. Denize girelim dedik, deniz kudurdu. Böyle derken derken akşam oldu. Gezi rotamıza baktık ve Anidri’ye (Ανύδροι) gitmeye karar verdik. Yürüyerek bir buçuk saat sürer dediler, hakikaten de sürdü. Paleohora’dan beş buçuk kilometre uzaklıkta, dağların arasından uzanan eğimli bir yoldan gittik. Yolda bizi pek çok keçi selamladı. Dağların dik yamaçlarından bize bakıyorlardı. Buraların asıl sahiplerinin onlar olduğu aşikar. İnsanlar da keçilere çok saygı duyuyorlar. Onlar sayesinde pek çok dağ yolunu öğrenmiş, pek çok ot türü tanımışlar.

Anidri’deki eski okuldan dönüştürülen Sto Sholyo’ya (Στο Σχολείο)  vardığımızda manzarasına bakakaldık. Sonra masamıza oturduk, menüsünü inceledik. Tercihimiz kırmızı şarapta pişmiş oğlak eti yanında kızarmış ev patatesi, içi 10 çeşit otla hazırlanmış börekler, Yunan salatası (Χωριάτικη σαλάτα) ve reçina şarabı oldu.

Garson kız, Türkçe konuştuğumuzu duyunca bizden İngilizce sipariş alırken birden Türkçe konuşmaya başladı. Aslında Bulgarmış ve Türkçe’yi televizyon dizilerinden öğrenmiş. Biz buna çok şaşırdık ve de sevindik. Tam on dört yıldır burada yaşıyor ve çalışıyormuş. “Buralara Türk gelmez ki hiç” dedi, “toplasak bugüne kadar üç kez görmüşümdür” diye ekledi.

Yemekler harikaydı. Dönüş yolu ise kapkaranlık, çetin ve ürkütücü. Yürüyerek gidecekseniz yanınıza mutlaka el feneri alın zira yolda -dolunay olsa bile- zifiri karanlıktasınız.

Konaklama:

Biz iki senedir aynı yerde kalıyor ve sanki büyükanne-babamızın evindeymişiz gibi hissediyoruz. O yüzden tavsiye edebileceğimiz tek yer var: Protopapadaki Ailesi’nin işlettiği Kalypso Rooms. İnternet siteleri yok ancak Booking.com üzerinden yerinizi ayırtabilirsiniz ve bizden de birer selam söylersiniz. Biz artık tüm aileyle, çocuklarla ve torunlarla ahbap olduk hatta köylere beraber gittik geldik; sağ olsunlar, güzel insanlar.

Kafeler/Kafenyolar (Καφενεíο):

Gianni’s Cafe -> Niko’nun elinden bir Freddoccino içmelisiniz. Akşamüstü birası için de ideal. Babalarından kalan kafeyi yaşatan iki kardeş tarafından işletiliyor. Kulağınıza caz melodileri gelebiliyor zira Niko sıkı bir caz tutkunu ve en çok Jazz Radio Berlin’i takip ediyor.

Monica’s Kafenion -> Tipik bir Girit kafenyosu yani kahvehanesi. İki senedir bizim favori mekanımız. Tüm kahve çeşitleri, bira, raki, atıştırmalıklar ve tavla var. Pala bıyıklı, güleryüzlü ve konuşmayı çok seven Yorgo’nun sadece Girit diyalektli Yunancası var ama eşi Monica ile İngilizce sohbet edebilirsiniz. Duvar panosundaki fotoğrafların arasından size gülümsüyor olacağız. Boran’a çok sordular, “niçin Yunanca öğreniyorsun” diye, cevabı hep aynıydı, “Yorgi ile doya doya sohbet edebilmek için”. İşte o Yorgi bu Yorgo!

Not: Paleohora’ya otobüsle geliyorsanız, indiğiniz küçük terminalde de bir kahvehane var. Ancak suratsızlıktan ve mutsuzluktan ölecek sahipleri dolayısıyla burada asla oturmamanızı tavsiye ederiz. Âdeta köyün bütün hayattan bezmişleri buraya gelmeye söz vermiş gibi.

Öğle ve akşam yemeği için:

Aristea’s -> Tipik Girit mutfağıyla tanışmak için mutlaka ama mutlaka gidilmesi gereken bir aile tavernası. Her şey çok kaliteli, taze ve halis zeytinyağıyla hazırlanıyor. Pek çok kere gidip yemek yedik ve her seferinde memnun kalktık. Favorilerimiz, rezeneli incecik çıtır pay, sadece Girit’te yetişen ve çok faydalı bir ot olan stamnagati (Σταμναγκάθι), domates sosunda pişmiş dana stifado yanında ev patatesi, limon soslu köfte ve domates-kabak çiçeği dolmaları oldu. Cacık ve Yunan salatası, neredeyse her yerde yapılıyor ancak Aristea’nınki bir başka leziz. Fiyatlar oldukça uygun. Hele ki bizim gibi pek çok şeyin tadına bakmak istiyorsanız, masayı donatıp her şeyden biraz biraz yeseniz bile iki kişi 25 Euro’yu geçmiyorsunuz.

Logo Timis -> Meze ve uzo ikilisi için doğru adres. 2, 3, 4, 5 Euroluk meze çeşitleri ve yirmilik uzo ile hem karnınız doyuyor hem gözünüz. Menüdeki pek çok şeyi denedik ve sevdik; dakos (Ντάκος), cacık, kızarmış küçük balıklar, kabak çiçeği dolması, biberiyeli yağda kızarmış salyangoz ve daha niceleri. Sadece sirkeli ahtapot biraz başarısızdı. Öğle servisleri yok ve Mihali akşam altı gibi dükkanı açıyor.

Dikkat dikkat!!! -> Kesinlikle gidilmemesi gereken yer: Taverna Aposperida (Ταβέρνα Αποσπερίδα). Tripadvisor’da nasıl 5 üzerinden 4 yıldız aldığına, Almanca yazılmış tur kitaplarında nasıl öve öve bitirilemediğine hayret ettiğimiz rezalet bir yer. Sırf bu önerilere güvenip gittik ve Girit tatilimizin en kötü yemek deneyimini yaşadık. Yazmasak olmazdı, sizleri uyarmamız gerekti. Yaprak sarma söyledik, konserveden çıkarıp tabağa koyup önümüze getirdiler. İnanılır gibi değil! Geri gönderdik tabi ki. Yer miyiz hiç? Metalik yeşil yağından belli oluyor zaten masaya gelir gelmez, siz kimi kandırıyorsunuz? Menüye “homemade” yazıp konserveyi nasıl getirirsiniz?

Onun yerine bir şey seçelim dedik, kabak kızartması söyledik, hay söylemez olaydık. Adeta kabakları yanmış yağa atıp 10 dakika çıkarmamışlar! Kömüre benzer eciş bücüş bir şeyler geldi. Tepemizin tası atmaya başladı. Lanet olsun dedik, onu geri göndermeyip masanın kenarına ittik, hani belki sorarlar da kendileri geri alırlar diye. Yok. Öyle bir şey olmadı. Sonra uzo istemiştik, Mini diye bir marka geldi, yalnız sahibi daha hangi uozoyu sattığını bilmiyor, düşündü düşündü biz siparişi verirken, zor hatırladı ismini. Mini uzoyu da bir daha ömrümüzde görmesek olur. Aşırı şekerli anason suyu gibi. Keyifsiz.

Bir sonraki siparişimiz de neredeyse masaya oturduktan bir saat sonra geldi ve artık bir an önce burayı terk etmek istiyorduk. Etmedik, bakalım bu sefer ne olacak dedik. Epey kötü pişmiş bir domates soslu kuzu etinin tadına baktık. Domates sosunun hiç mi tadı olmaz?

Bütün bunlar hem canımızı sıktı hem de inanılır gibi değil ama 26,5 Euro tuttu. Fişe baktık, sanki burası à la carte bir restaurantmış gibi kuver yazıldığını gördük. Yani tek kelimeyle rezalet bir akşam yemeği oldu. Umarım midemiz bozulmaz diyerek koşarak uzaklaştık. Siz siz olun Alman gezi yazarlarına güvenmeyin!

Dondurmacı/tatlıcı:

Paleohora küçük yer evet ancak her yerde dondurma yenmez. Tavsiyemiz: Karakatsanis. Sakızlı ve fıstıklı dondurmalarından yemeniz şart. Elleri bol. Kocaman bir top dondurma, adeta bir öğün gibi. Ayrıca baklava, kadayıf, sütlü-çikolatalı tatlıları da nefis görünüyor.


Elafonisi (Ελαφονήσι)

Mercan rengi kumları, beyaza yakın turkuaz ve tertemiz suyuyla dünyaca ünlü Elafonisi lagünü, adeta cennetin Girit şubelerinden biri; bize sunulmuş bir lütuf. Sabah ondaki tekne veya aynı saatteki otobüs ile ulaşım mümkün. Biz otobüsü tercih ettik zira çok rüzgâr vardı, acaba denizde allak bullak olur muyuz dedik, bilakis otobüste, virajlı yollardan geçerken içimiz dışımıza çıktı. Yol epey çetin, aklınızda bulunsun. Fakat bir buçuk saat buna dayanabilirseniz, hak ettiğiniz ödül çok büyük ve turkuaz.

Sahile havlumuzu ve çantamızı attığımız gibi hemen bu rüya gibi sulara dalıyoruz. Daha doğrusu ayak basıyoruz. Zira lagünde su genelde sığ. Git git git boyunuza anca geliyor. Deniz korkusu olanlar için birebir. Zaten su, etraf, kum, hava her şey o kadar güzel ki bütün gününüz oradan oraya suyun içinde yürüyerek, fotoğraf çekerek ve bu güzelliğe inanamayarak geçiveriyor.

Arada karnınız acıkırsa diye sizi kazıklamayan, bol çeşit yiyecek içecek sunan büfeler var. Tuvaletler de az ileride. Duş ve üst değiştirme kabinleri mevcut. Araba park etmek için de geniş bir alan bulunuyor.

Dondurma almaya giderken bir takı tezgâhı görüyoruz, ilgimizi çekiyor ve bakalım diyoruz. “Ay ne güzel”, “bak bu çok tatlıymış” derken, takıları yapan kocaman gülüşlü esmer kız bize “güzel güzel di mi” diyor. Türkçe konuşan biri daha! Ve biz yine şaşkınız. Çat pat da olsa konuşuyor ve anlıyor. Kasımda İstanbul’a gidecekmiş. Hanya’yı çok seviyormuş. Bize “çocuklar” diyor. Gülüyor. “Buralara pek Türk gelmez” diyor o da. “Aman” diyoruz, “gelmesin, şart değil”.

Yaptığı takılar, boncuklar arasından Doğacan hemen gözüne ilk çarpanı alıyor! Hemen indirim yapıveriyor bize. Bileğini uzatıyor, takıyor, “güle güle kullan” diyor. Tanıştığımıza çok memnun oluyoruz. Eğer siz de işlerine bakmak isterseniz, Katerina’nın sayfasını ziyaret edebilirsiniz veya Facebook’ta: Cretan Art Seeds diye de aratabilirsiniz.


Hanya (Χανιά)

Hanya, tilkinin dönüp dolaşıp geleceği bir nokta Girit’te. Türkiye’de İstanbul’un kozmopolitliği, gençliğin yoğunluğu, seçenek bolluğu, ulaşım seçenekleri neyse Girit’te de Hanya o. Paleohora’dan otobüse atladık mı iki saate Hanya’dayız. Bu sefer 18:15’e biniyoruz ki akşama pansiyonumuza varıp güzel bir yemek yiyelim. Seçimimiz Splanzia’daki To Kafenyo (Το Καφενείοoluyor. Meydandaki ağaç altı masalarda uzo-meze tıkırdatıyoruz. Ve ertesi güne uyanmak üzere merkezdeki pansiyona gidiyoruz. İki yıldır aynı yerde kaldığımız için To Diporto’yu tavsiye ederiz. Oldukça merkezi olması ve sahibesinin ilgi alakası nedeniyle tercih sebebi.

Hanya merkezinde yapabileceğiniz çok fazla şey var. Bunlardan birincisi kent merkezini turlamak, küçük sokaklarda kaybolmak, bol bol fotoğraf çekmek, kahve molası vermek, takı tasarım dükkanlarını dolanmak, sabit halk pazarından alışveriş yapmak ve nicesi. Biz bu pazarda dolanırken, esnaf lokantalarından biri bizi selamladı. Öğle yemeği hazırlıkları devam ederken bizi içeri buyur edip sucukaki (İzmir köfte) tattırdılar, ızgarada pişmekte olan kalamarları gösterip günün menüsünü anlattılar. Sabah erken olduğu için acıkıp da gelelim dedik. Girit’ten ayrılmadan önce de mutlaka buradan zeytinyağı, sabun, küçük siyah zeytin, galeta, fırın ürünleri, baharat ve hatıralar almaya karar verdik.

Yeme-içme:

Café 13  -> Merkezde karşınıza çıkacak olan bu kafe-pastane, her daim taze ürünleri ve kahvaltısıyla meşhur. Biz sandviçlerini de çok sevdik. Freddoccinoları da güzel ancak Hanya’da içtiklerimize kıyasla en pahalısı (3 Euro). Yine de kentte dolanırken bir mola vermek için uğrayın. Tatlı ve dondurma çeşitleri de bol.

Yiannaraki -> Hanya’da modern görünümlü geleneksel bir halk çörekçisi. Her gün 08:00-15:00 arası açık. Kahvesi ve portakal suyu harika. İçerideki kocaman fırının sürekli işleyen bir trafiği var. Kızarmış veya fırınlanmış çöreklerden dilediğinizi seçip tadını çıkarın.

Kouzina e.p.e. -> Hanya’ya gelip de Kouzina’yla tanışmamak, nefis Girit yemeklerinden yememek, midenizi mutlu etmemek olmaz. Pazar hariç her gün 12:00-19:30 arasında hizmet veren Kouzina, tipik Girit ev yemekleriyle donatılmış bir modern esnaf lokantası. Fiyatları oldukça uygun, mutfakları sertifikalı, yemeklerinde kullandıkları zeytinyağları kalite ödüllü. Sipariş vermeden önce o güne özel bir şey olup olmadığını sormanız iyi olur zira günün yemeği, mevsime göre değişiyor. Ayrıca her şeyi yarım porsiyon alıp pek çok yemeği tatmanız mümkün. Sizi, kendi marine ettikleri zeytinlerle karşılıyorlar, siparişleriniz gelene kadar çekirdeklerini tabağınızın kenarına dizmek size kalıyor. Yemeğinizi yerken zaten mutluluktan ve keyiften uçuyorsunuz. Yanına bir de reçina içtiniz mi oh tamamsınız!

Bizim seçimimiz ballı zencefilli domuz, kıymalı kabak dolması, fava, dakos ve stamnagathi oldu. Dakos hariç hepsini yarım porsiyon istememize rağmen sofradan yuvarlanarak kalktık. Gerçek bir gastronomik seyahat için Kouzina’ya mutlaka ama mutlaka gidin!

Girit’te nerede yemek yediysek, sofradan ikramsız kalkmadık. Kouzina’nın ikramıysa oldukça büyük bir porsiyon limon kabuğu şekerlemeli dağ çayı tatlısı ve iki karaf tsikoudia oldu. Kahkahalarımızı duyanlar dönüp dönüp bize bakıyordu. İşte sebebi buydu. Sağlığımıza dostlar veyahut Stin’yia mas (Στην υγειά μας)!

Se Anammena Karvouna -> Okunuşu zor ama suvlakisi bir başka. Hanya’nın yeni açılmasına rağmen en kalabalık, en işlek büfesi. Yereller, öğrenciler, turistler, gençler, çalışanlar, kadınlar, erkekler, çocuklar herkes çok sevmiş olmalı ki her gidişimizde oturabilmek için yer bekledik. Paket servisi de yapıyorlar ancak böyle güzel ve modern, üstelik çok iyi havalandırrılan açık bir ızgara/mutfak olunca, insan içeride arı gibi ama keyifle çalışanları gözlemleyerek yemek yemek istiyor.

“Best souvlaki in town” desek yeridir. Kebapları da efsane. Yoğurt, altın gibi kızarmış ev patatesi, domates, soğan, hardal sos gibi pek çok yancıyla suvlakinizi dilediğiniz gibi hazırlatabiliyorsunuz. Üstelik sadece 2 Euro! Çöp şiş isterseniz 1,20 Euro ve küçük pide ile servis ediliyor. Kola, bira, soğuk içecekler mevcut. Hem çok uygun fiyatlı hem inanılmaz lezzetli. Yerellerden aldığımız öneriden sonra her akşam gittiğimiz doğrudur.

Hanya’dan gidilebilecek plajlar:

Elafonissi, Balos/Gravmousa adası, Falassarna, Stavros, Kalathas, Neo Chora, Souda. Akrotiri yarımadası en az güney sahilleri kadar güzel, mutluluğu uzakta aramayın! Buraları ve diğer bir çok cennet gibi yeri kendiniz de keşfedebilirsiniz ama biz size kendi favorilerimizi anlatalım.

Stavros (Σταυρός)

Hanya’dan yarım saat uzaklıktaki Stavros, Giritli yazar Kazancakis’in Alexis Zorba’sının beyaz perdede hayat bulduğu koy. 2,10 Euro’luk biletle gidilebilen bu muazzam yer, mis gibi berrak deniziyle sizi karşılıyor. Eylülün kavurmayan, insaflı güneşi kumların üzerine havlumuzu atıp şemsiyesiz oturmamıza müsaade ediyor. Ancak biz dayanamayıp hemen suya dalıyoruz. Afrodit’in yanıbaşında serinlemenin keyfini çıkarıyoruz. Sahili parselleyen hiçbir işletme yok, sizi rahatsız eden bir müzik veya pislik, herhangi huzur bozacak bir şey yok. Sadece siz, kum, güneş ve deniz. Tatil; işte bu kadar basit.

Deniz de çok acıktırıyor değil mi? Peki nerede öğle yemeği yemeli? Tabi ki tek cevap var, beyaz değirmenli: Almyriki. Yemeklerinin tazeliğini, lezzetini, Stavros’un meşhur manzarasını, ağaçların gölgesindeki masa sandalyelerine oturunca aldığımız keyfi görünce hiç ayrılmak istemediğimiz tipik Girit lokantası. Eski bir değirmeni profesyonel bir mutfağa dönüştürmüşler. Menüde ahtapottan kuru domatesli köfteye, taptaze salatalardan şerbetli tatlılara kadar pek çok seçenek bulabiliyorsunuz. Fiyatları uygun. Yalnızca uzo-meze atıştırmak isteseniz bile, önünüze gelecek olan tabak sizi büyülemeye yetecek. Yani Almyriki, tekrar tekrar Stavros’a gelmek için ikinci sebebiniz olacak.


Resmo (Ρέθυμνο)

Deniz tatiline biraz ara verip tarihi bir kent keşfetmek için ara sokaklarında kaybolmalısınız. Eski kent, Venedik, Osmanlı ve Rum izleriyle dolu. Fotoğraf makineniz boynunuzda, not defteriniz cebinizde gezerken, daracık sokakların ruhunu içinizde hissedeceksiniz. Hanya’dan otobüsle ulaşım bir buçuk saat sürüyor, denize nazır otogarda iniyorsunuz.

Limanda gidilecek tek taverna Knossos. Burada büyük bir neşe ve güleryüzle karşılaşıyorsunuz. Siparişiniz gelmeden zeytinyağlı ekmekler geliyor. Uzonuzu yudumlarken de limandaki koşturmacayı, taze balıkları ve martıları izliyorsunuz. Bay Stavros sizinle sohbete başlarsa, eline hemen buzukisini alıyor ve birlikte şarkılar söylüyorsunuz. Yıllardır ailecek işlettikleri bu meyhaneyi böylece hiç unutamıyorsunuz.

Eski çeşmenin arkasından geçen küçük dar yol, sizi keyifli bir kafenyo’ya çıkarıyor. Burası kahve veya atıştırma yanına uzo için ideal. Tavla da var üstelik.

Eğer canınız giros veya suvlaki çekerse tek adres veririz: O Nikos. Yerellerin de uğrak mekanı, o yüzden içiniz rahat olsun.

Derseniz ki esnaf lokantası olsun, o zaman sahilde Samaria’yı bulun. Salaş bir mekan, çok fazla beklentiniz olmasın.

Tatlı sevseniz de sevmeseniz de Yorgo Usta’nın ballı, tarçınlı, portakallı kadayıflarını, baklavalarını mutlaka denemelisiniz. Seksenbeş yaşında nasıl hala azimle çalışıyor görmelisiniz. Geleneksel usulle yapılan tatlıların üretim aşamasını da izleyebiliyorsunuz. Oğlu Paris, İngilizce konuştuğu için müşterilerle babası arasında güzel bir köprü kuruyor.

Tesbih kültürü (Yunancası Komboloi, Κομπολόι), Türkler ve Araplar gibi Giritliler’de de var fakat boncuk sayıları ve gündelik hayatta kullanışları farklı. Resmo’da pek çok tesbih dükkanı karşınıza çıkabilir ve siz de bir tane edinebilirsiniz; Boran tesbihini sallaya sallaya gezdi Resmo sokaklarını.

Açıkçası Resmo’da (kuzeyi kastediyoruz, yoksa bölgenin güneyi cennet) deniz hiç keyifli değil. O yüzden tamamen kültür gezisi tadında birkaç gün ayırmanızı tavsiye ederiz.


Girit’e gitmişken mutlaka tadılması gerekenler:

Bal: Süpermarketten dahi alsanız mükemmel. Marka olarak Cretan Secrets’i tavsiye ederiz. Damağınızda dolanan bal öyle tarifsiz ki, yoğurda döküp döküp ekmeğe sürüp sürüp yemek isteyeceksiniz. Tamam, ada çiçek açısından zengin değil ama o kekikler yok mu! Girit arılarının eli öpülesi.

Yoğurt: Büyüdüğümüz topraklarda yoğurdu tanıdığımızı sanarken meğer komşuda çok daha iyisi varmış! Biz yoğurdu Türkiye’de süzme ve kaymaklı/kaymaksız diye ayıraduralım, Girit’teki tek çeşit yoğurt, kıvamıyla, yağ oranıyla ve doğal lezzetiyle tek kelimeyle mükemmel, o yüzden çeşide de ihtiyacı yok.

Keçi sütü ürünleri: Girit’in asıl sahipleri, dağlardaki binbir çeşit otla tamamen özgür ve doğal bir şekilde beslendiği için, ürünleri de bir o kadar enfes oluyor. Peynir, süt, yağ, yoğurt hepsini emektar keçilere borçluyuz.

Fırın ürünleri: Giritliler tatlıyı pek seviyor zira fırın ürünlerinde tuzlu bir şey bulmak çok zor. Simidi bile tatlı yapıyorlar. Bizim en sevdiğimizse anason, kişniş, susam ve zencefilli kıtırlar oldu. Plaja giderken veya kenti gezerken acıkma anlarında hayat kurtarıyor. Kıtır kıtır oldukları için de uzun süre dayanıyor. Gerçi o kadar lezzetliler ki bir kiloluk paket bize üç gün dayanabildi.

Minik sele zeytinleri: Zeytin yemeye çok geç başlayan biri olan Doğacan, şu Girit ziyaretinde yılların acısını çıkarırcasına zeytin tüketti. Yetmedi Hanya’dan vakumlu paket yaptırıp yanına Münih’e götürdü. Tabağımıza küçük kara çekirdekler dizmeye devam ediyoruz.

Zeytinyağı: Uzun ve sağlıklı bir ömrün anahtarı olduğu artık herkesçe bilinen bir gerçek. Giritliler yemeklerini hep bu mucize yağla pişiriyor, hatta kızartmalarını dahi bu yağla yapıyor. Tereyağı kullanımına hiç şahit olmadık. Yanımıza bir litrelik silindir bir teneke kutuda aldığımız geniz yakan zeytinyağının markası, Cretan Mythos.

Domates: Pembe kocaman domatesler öyle bir kokuyor ki, denizde yüzünüzü yıkayıp kahvaltı masasını kurarken yemek için sabırsızlanıyorsunuz. Organik diye pazarlanmaya ihtiyacı olmayan doğal sebzeler Girit’te sizi bekliyor.

Karpuz: Diyarbakır karpuzu gibi uzun, büyük, kıpkırmızı ve çok ucuz bir serinletici. Bizim kaldığımız evin köşesindeki manav hanım, uzun ince dilimler halinde satıyordu. Türkiye’dekilerden daha lezzetli. Mutlaka tatmalısınız.

Stamnagathi: Sadece ve sadece Girit’te yiyebileceğimiz bir ot bulduk, üzerine limon sıktık, bol zeytinyağı döktük, tadına bir türlü doyamadık. Stamnagathi otunun faideleri de saymakla bitmiyor. Özellikle toplanması meşakkatli olduğundan porsiyonu salataya nisbeten biraz daha pahalıya satılıyor.

Raki (Tsikoudia, Τσικουδιά): ”ı” değil, “i” ile bitiyor. Girit’e has epey alkollü bir içki.  Yunanistan’daki tsipouronun birkaç sefer damıtılmış hâli diyelim. İçerken anlamıyorsunuz da minicik şişenin dibini görünce hayat daha bir güzel oluyor. Satışının olmadığını duyduk ancak herkes kendi evinde yapabiliyor ve bunu misafirlerine ikram edebiliyor. Yemeklerin üstüne istisnasız her yerde ikram olarak geliyor.

Rakomelo (Ρακόμελο): Ballı raki demek, rakomelo. Hem tatlı hem alkol ihtiyacınızı karşılıyor. Küçük şişelerde hediyelikçilerde satılıyor.


Ada içi ulaşım:

Havaalanından kent merkezine yarım saatte ve 2,60 Euro’ya varıyorsunuz. Girit’te pek çok yere otobüs ile ulaşmanız mümkün. Yalnızca gizli saklı yerlere gidecekseniz araba kiralamanız gerek. Paleohora’da bisiklet kiralamanın günlüğü 5 Euro. Motorsikletler 20 Euro ve araçlar 45 Euro’dan başlayan fiyatlarla. Otobüslerle ilgili güzergah ve fiyat bilgileri için KTEL’i tıklayın.


Girit, uzun da olsa tek bir yazıya sığabilecek bir kültür değil. Biz özellikle batı kısmını gezdiğimizi ve sadece gezdiğimiz yerleri sizlere aktardığımızı not düşelim. Müziği, edebiyatı, tarihi, yemekleri, otları ve daha pek çok özelliğini ancak ve ancak adaya gittiğinizde deneyimleyebilirsiniz. Ancak yine de birkaç kitap ve müzik önerisi yapabiliriz sizin için. İçiniz dışınız Girit’le dolsun diye. Ayrıca Instagram hesabımızda ve Vimeo sayfamızda çok daha fazla fotoğraf ve video bulabilirsiniz. 

Kitaplar:

1. Byron Ayanoğlu – İstiridye Üstü Girit

2. Nikos Kazancakis – Zorba

3. Nikos Kazancakis – Kaptan Mihalis

*Aslında Kazacankis’in tüm kitapları lakin evvela bu yazdıklarımız.

Müzikler:

1. Nikos Ksilouris’in tüm şarkıları diyelim; Girit’in gelmiş geçmiş en önemli müzisyenlerinden biri:

2. Aynı şekilde Kostas Mountakis de çok önemli bir müzisyen:

3. Garganourakis, 70’li yıllardan yine çok güzel bir ses:

4. Geleneksel Girit Müziği’ne örnek olarak; Tsouganakis çalıyor, Lidakis söylüyor:

5. Tabahaniotika tarzına örnek olarak lira ve tanburun bir türü olan bulgarinin kullanıldığı şarkılar:

6. Loudovikos ton Anogion, mandolin ile çalınan Girit baladları:

7. Giannis Haroulis, Girit’in rock öğeler içeren şarkıları:

8. Hainides, folklör ağırlıklı müzik yapan Giritli bir grup:

9. Rizitiko tarzına örnek (acapella):

Haydi vre, yia sas!