Hiking in Bavaria: 1st route – Bodenschneid (1,668 m)

This slideshow requires JavaScript.

(The English version of this article will follow shortly)

Bavyera’da yürümek: 1. Rota – Bodenschneid (1,668 m)

Eylülde çıktığımız üç haftalık yaz tatili bitti, üstüne Oktoberfest geçti, sonbahar başladı, yapraklar döküldü, saatler geri alındı, uzun kış uykuları başladı, e ama hadi artık harekete geçme vaktiiii!

Geçen yaz çok severek yaptığımız bisiklet turlarımız havaların yeniden güzelleşmesini bekleyedursun, biz dağ bayır ova çayır yürümeye başlayalım dedik. Münih civarında yüzlerce farklı yürüyüş yolu olduğunu da işte bu noktada öğrendik. Bu nefis doğa karşısında bize de hayran olup bir zahmet yollara düşmek kaldı.

En önemli şey ayakkabı olduğu için, hemen birer çift edindik. Hemen derken iki hafta içinde birkaç farklı model ve beden deneyerek karar verdik (tercihlerimiz Doğacan-Salewa ve Boran-Hanwag şeklinde oldu). Trekking ayakkabısı konusunda adeta doktora yapmış buradaki spor mağazalarında çalışanlar. Hemen hepsi çok yardımcı oldu bize. Uzun ömürlü, su geçirmez, nefes alan; yani en doğru olacak şekilde seçimimizi yaptık böylece.

Çorap daha da önemlidir dedi bu işi bilenler, burada doğanlar ve yıllardır dağlarda yürüyenler. Geri kalan kıyafetler çok çok acil olmadığı için elimizde ne varsa onu giydik. Yine de fena sayılmaz; termal içlik, üzerine tişört, bol cepli pantolon, su geçirmez mont, ter emen ve sıcak tutan multi fonksiyonel Buff, pofuduk yelek vb. epey işe yaradı.

Çantamıza toplam 4 lt su, acıkınca yenmek üzere meyve ve sebzeler, kuruyemişler, enerji barları, yedek t-shirt, iç çamaşırı, çorap, minik havlu, fotoğraf makinesi, şarj aleti, güneş gözlüğü, atkı, krem, dürbün, yara bandı koyduk.

BOB trenine atladığımız gibi 50 dakikada Fischhausen-Neuhaus’taydık. Rotamızı offline bir GPS haritasıyla takip edecektik. Tezek kokuları arasından orman yoluna girdik. Epeyce yokuş çıktık, çıktık, çıktık. Dağa çıkan herkes birbirine selam veriyor bu arada, bu da yolculuğumuzda bizi yalnız hissettirmiyor.

Beş kişi olduğumuz için sohbet muhabbet, merak ve keşif iç içeydi. Bol fotoğraf çektik, inekleri selamladık, güneşle buluştuk, inanılmaz terledik. İlk molamızı bir bankta soluklanarak ve su içerek verdik. Çok da uzatmadık zira durunca üşümeye başlıyor insan. Az gittik uz gittik, bir hüttede (Bodenschneidhaus) üst baş değiştimek ve çorba içmek üzere 45 dakikalık molamızı verdik. Üzerimizdeki terli tişörtleri çıkarıp güneşte kuruttuk, evin kedilerini sevdik, biz de ısındık ve artık kalkma vakti geldi.

Tekrar yola koyulduk, bu sefer dağa tırmanma faslına geçtik. Yani dik, taşlı ve çetin yollara. Bir gece önce, yağmur yağdığı için toprak yer yer nemliydi. Kayalıklar ve dik yokuş zor gibi gözükse de, bizi iniş kadar yıpratmadı.

Çıkarken sık sık arkamıza da baktık. Yükseldikçe manzara da güzelleşiyordu elbette. Ama en tepeye varınca asıl ödül o zaman geliyor. Uçsuz bucaksız nefis manzara, en tepede olma hissi, uzaktaki karlı dağlar, alabildiğine ağaçlar, vadideki göl ve yerleşim bölgesinin şirinliği, bulutlar, güneş, bizden önce varanların yüzlerindeki neşe, her şey tepe noktada en güzel haliyle adeta.

Burada da tükenmekte olan enerjimize takviyeler yaptık. Paprika, salatalık, salam dilimleri, ekmek, kuru incir, badem, bol su ve manzara. Biraz dinlendik, fotoğraf çektik ve dönüş için hangi rotayı seçeceğimize karar verdik. Çıktığımız gibi inmek de bir fikirdi ancak çok dik olduğu için soru işareti vardı. Elimizdeki GPS haritasındaki turu takip etmeye karar verdik ancak ilk kez bu yollardan gittiğimiz için elbette hiçbirimiz iniş faslının inanılmaz zorlayacağını düşünemedi.

Dağın güneş görmeyen yüzünden aşağı inmemiz gerekiyordu ve bu yol, dünkü yağmur yüzünden balçık içindeydi. “Hayatımda bu kadar uzun soluklu tırstığımı ve bedenen zorlandığımı hatırlamıyorum. Bir de bir süre sonra epey arkada kaldım, öndekilere yetişme telaşı bir yana, ayağım kayıp da uçurumdan aşağı yuvarlanıp kafayı gözü yarma korkusu diğer yana. Temkinli ve aşırı kontrollü inmekten bir ara o kadar yoruldum ki eve dönme umudumu kaybedecek gibi oldum. Balçık yüzünden kayıyor, iyi tutunamıyor ve tükenen enerjimi dengeli kullanmakta zorlanıyordum. Bacaklarım ağrımaya ve titremeye başlamıştı artık. Hava kararmadan trene dönebilmeliydik. Neyse ki bir süre sonra düz yürüyebilmek mümkün oldu” (Doğacan).

Orman yoluna vardığımızda, bir sonraki trene yetişebileceğimiz ihtimali yükseldi. O yüzden haldır huldur yokuş aşağı yürüyüşe geçtik. Yine de hava hızla kararıyordu ve yanımızda ışık olmadığı için hızımızı ona göre ayarlamalıydık.

Çıkışımız 2,5 saat, inişimiz 3,5 saat sürdü. Toplamda 2 saat kadar mola verdik. 10:15’te trenden inip yürümeye başladık, 18:49 treniyle de geri döndük.

Kazasız belasız trene binip evimize dönebildiğimiz için çok mutluyduk. Bu ilk kez dağa çıkma rotası için zorlu bir seçimdi. Ertesi gün 13 saat uyuduktan sonra bütün gün evde dinlenerek ancak kendimizi toparlayabildik. Kas ve eklem ağrıları iki gün daha devam etti. Bol sıvı alarak ve protein tüketerek kas onarımını kolaylaştırmaya çalıştık.

Bu arada söylemeden geçmeyelim: Köpeğiyle, bebeğiyle dağa çıkanları da gördü bu gözler! Hatta yetmişlik dedeler teyzeler inanılmaz ama bize taş çıkarttılar. Babasının sırtındaki bebek, daha bir yaşında bile yoktu. İşte bunlar hep kültür, hep yetiştirilme tarzı. Bizim onlara yetişmemiz mümkün değil. Otuz yaşında ilk kez dağa çıkıyoruz neticede. Belki bizim çocuklarımız ancak böyle olabilir. Kısmet.

Bugüne ait detaylı rota bilgisini burada bulabilirsiniz. Bir sonraki macerada görüşmek üzere!